|
|
Babası:
Sultan 1. Ahmed Annesi: Kösem Sultan (Mahpeyker) Doğum Tarihi: 27 Temmuz 1612 Tahta Çıkışı: 10 Eylül 1623 Ölümü: 19 Şubat 1640 gecesi |
I. Ahmed’in Mah-peyker (Kösem) Sultân adlı hanımından 28 Cemaziyülevvel 1021 (27 Temmuz 1612) tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiş oğludur. 1032/1623 tarihinde Veliahd Şehzâde Murad, Dördüncü Murad ünvanıyla 11 yaşını 1 ay 15 gün geçe tahta çıkmıştır. Bunun en önemli sebebi, Sultân Mustafa’nın şuurdan mahrum bulunması ve Devletin de Erzurum Valisi Abaza Mehmed Paşa’nın isyanı ve benzeri olaylar sebebiyle müthiş bir zaafa maruz kalmış olmasıydı. Tecrübeli devlet adamı Sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislâm Yahya Efendi ve Kazaskerlerle de meşveret ederek, çocuk yaşta olmasına rağmen Sultân Ahmed’in en büyük ve erşed şehzâdesi Murad’ın Padişah olmasını zaruri görmüşlerdi. Mecnûnun yani akıl hastasının imâmeti yani Halife olması caiz görülmediğinden Padişah’ın hal‘i gerektiğini ve oğluna dokunulmayıp Saray’daki odasında göz hapsine alınacağını Vâlidesine ilettiler ve 9 Eylül 1623 sabahı Sultân Murad’ı halife ve hükümdâr ilan ettiler.
Sultân Murad, Ebâ Eyyub’ül-Ensârî türbesinde, asrın maneviyat reislerinden Aziz Mahmûd Hüdâyî’nin eliyle kılıç kuşanmıştır.
IV. Murad’ın saltanat devresini iki ana bölüme ayırmak icab etmektedir:
Birinci Safha: IV. Murad’ın ismen Padişah olduğu, ancak devleti annesi Kösem Sultân ile Sadrazamlarının ve Şeyhülislâm ve benzeri devlet adamlarının yönettiği devredir (1032/1623-1041/1632). Bu devre, 8 küsur sene devam etti.
Sultân Murad işbaşına
geldiğinde, Yeniçeriler çok fazla şımarmışlardı.
Padişahın huzuruna kadar giren yeniçeri ağaları ve ocak çorbacıları,
Padişahın adamlarını katletmeye kadar işi vardırmışlardı. Memlekette
rüşvet ve yolsuzluk aşırı derecelere ulaşmıştı. Dış ve iç hazineler
bomboş olduğundan ocaklara cülûs bahşişi bile verilememekteydi. Hatta
Enderun’daki altın ve gümüş eşya Darphâneye gönderilerek cülûs bahşişi
verilmeye çalışılmıştı.
Devletin itibarı ve
siyasi
durumu da iyi değildi. Erzurum Valisi Abaza
Mehmed Paşa isyan etmiş ve eline geçirdiği yeniçerileri katletmeye
başlamıştı. Sultân Osman’ın kanını isterim diyerek Genç Osman olayını
bahane edip Devlete kan kusturmaktaydı. Diğer tarafdan fırsatı ganimet
bilen İran da Bağdad’da isyan çıkartmış ve hatta Bağdad’ı ele
geçirmişti. Kısaca içeride celâlî denilen zorbalar ve dışarıda da
İranlılar Osmanlı Devleti’ni sarsmaktaydı.
Böyle bir durumda IV.
Murad’ın
tahta geçmesine vesile olan Sadrazam
Kemankeş Ali Paşa da gururlanmış ve suiistimallere başlamıştır. Bunu
fark eden ve hakkı söylemekten çekinmeyen Şeyhülislâm Yahya Efendi,
1032/1623 Ramazan Bayramında vâki olan ziyâretinde Sadrazamın rüşvet ve
zorbalıklara göz yumduğunu Padişah’a iş‘âr edince, durumu öğrenen
Sadrazam hemen onun da aleyhine geçmiş ve dürüst Şeyhülislâm’ı bir
kısım yalan ve iftiralarla görevinden aldırarak yerine biraz da sâkin
tabî’atlı olan Es’ad Efendi’yi tayin ettirmiştir. Bu da devlet için
büyük bir problemdir.
Böylesine sıkıntılarla
Padişah
olan IV. Murad, bizzat hükmedemiyordu.
Hâkim devlet ricâli ve annesi idi. Şeyhülislâm Yahya Efendi’yi görevden
aldıran ve suiistimallere adı karışan Kemankeş Ali Paşa’nın Padişah’tan
Bağdad’ın düşmesini yalan söyleyerek saklaması, bardağı taşıran son
damla oldu. Verilen idam kararıyla hayatına son verilen Sadrazamın
yerine tecrübeli devlet adamı ve Kubbealtı veziri Çerkes Mehmed Paşa
getirildi. Abaza Mehmed Paşa’yı takip için Doğu Anadolu’ya kadar
gelmişti; ancak yolda vefât etti ve yerine Diyarbekir Beylerbeyisi
Hâfız Ahmed Paşa tayin edildi. Kösem Sultân’ın büyük kızı Ayşe Sultân
ile evlenip Damad sıfatını da alan Hâfız Ahmed Paşa, Abaza Mehmed
Paşa’nın affedilip Erzurum Valiliğinde ibkası üzerine, Bağdad’da Bekir
Subaşı’nın çıkardığı isyanı bastırmak üzere Bağdad tarafına serdar-ı
ekrem ve sadrazam olarak hareket etti. İyi bir komutan olmadığından
muvaffak olamadı ve 1626 yılında azledildi. İran Şahı Şah Abbas Bağdad
isyânını körüklüyor ve hatta gönderdiği askerlerle onları
destekliyordu. Bağdad Valiliği Bekir Subaşı’ya verilerek mesele
halledilmek istendi.
Yerine Damad Halil Paşa
ikinci
defa sadrazam oldu ve yeniden patlak
veren Abaza isyânını bastırmak üzere Erzurum’a gönderildi. Ancak bu da
başarılı olamadı ve 1628 yılında görevden alındı. Bunun yerine
muhteris, otoriter ve becerikli bir komutan olan Dâmâd Hüsrev Paşa
Sadrazamlığa getirdi. Önünde Abaza isyanını bastırmak meselesi vardı.
Büyük bir mahâretle bu problemi, 1628 yılının 9. ayında çözdü ve
Abaza’nın askerleri terhis olundu ve kendisi de İstanbul’a getirildi.
Sultân Murad, ağabeyi Osman’ın kanı için mücadele eden bu komutanı
Bosna Beylerbeyi yaparak taltif etti. Mesele de halledilmiş oldu.
Ancak bu sırada İran
Şahı
Bağdad’da ikinci isyanı çıkarmış ve Bağdad
üzerine yürüyerek burayı işgal etmişti. Bu İran’la savaş yapılacak
demekti. Yeniçeriye dayanan ve emniyet ve âsayişi temin ediyorum
diyerek epeyce zulümler icra eden Hüsrev Paşa, bizzat Bağdad üzerine
yürüdü. Ancak Bağdad’ı alamadı ve 1631 yılının onuncu ayında bu
görevden azledildi. Yerine de yine Dâmâd Hâfız Ahmed Paşa getirildi.
Hâfız Ahmed Paşa’nın işi
zordu.
Zira hem Tokat’taki ma’zul sadrazam ve
onun işbirlikçisi olan Damad Receb Paşa ile uğraşmak zorundaydı ve hem
de İran Devletine karşı olan savaşı yönetecekti. Gerçekten ikincisine
sıra gelmeden hayatı sona erdi. Zira IV. Murad’ın zorba başı dediği
Damad Receb Paşa yeniçeriyi ve kapıkulu sipahilerini isyana teşvik
etti. Maalesef bütün bu isyan tahriklerinde Nâibe-i Saltanat Kösem
Sultân’ın da müdahalesi vardı ve isyancıları destekliyordu. Bütün
arzuları kukla bir padişahla devleti idare etmekti. 19 Receb isyanı
diye bilinen bu isyan neticesinde Hâfız Ahmed Paşa, Padişah’ın gözü
önünde isyancılar tarafından öldürüldü ve Zorbacı başı Receb Paşa 1632
yılının bu zorlu günlerinde Sadrazamlığa getirildi.
Sultân Murad, zorbacı
başı
Receb Paşa’nın entrikalarının ardında mâzul
Sadrazam Hüsrev Paşa’nın bulunduğunu biliyordu. Ayrıca isyan eden
zorbalar, sadece Ahmed Paşa’nın öldürülmesiyle yetinmiyorlardı. Es’ad
Efendi’den sonra yeniden Şeyhülislâm olan Yahya Efendi’nin de bu
görevden alınmasını istiyorlardı. Nitekim alındı ve yerine Ahizâde
Hüseyin Efendi Şeyhülislâmlığa getirildi. İsteklerinin sonu gelmiyordu.
Sultân Murad evvela, Murtaza Paşa’yı tavzif ederek Tokat’taki Hüsrev
Paşa’nın ele geçirilmesini istedi; teslim olmadı ve sonra da öldürülüp
halka cesedi teşhir edildi. Bunun üzerine Receb Paşa yeniden kapıkulu
askerlerini tahrik ederek 20 Şaban ihtilali diye bilinen ikinci isyanı
çıkarttı. Veliahd Şehzâde Bâyezid Padişah yapılmak istendi; ancak
muvaffak olunamadı. IV. Sultân Murad, ipleri ele almaya başlamıştı ve
hemen devleti tehlikeye sokan Recep Paşa’yı 18 Mayıs 1632 tarihinde
idam ettirdi. Bunun üzerine Sultânahmed Meydanına toplanan isyancı
askerler yeniden anarşi çıkarmak istediler. Ancak Sultân Murad zeki
davrandı ve açık bir divan yaparak âlimler, devlet ricâli ve askerlerin
huzurunda, halkın da duyabileceği şekilde tarihî bir nutkunu îrâd
eyledi. Anarşinin devletin temellerine girdiğini, ordunun savaşamaz
hale geldiğini, askerin siyâset ile uğraşmaktan işini yapamadığını,
devleti bir avuç zorba ve hırsıza yedirmeyeceğini, şerî’ata, kendisine
ve kanuna itaat etmeyen kim olursa olsun hakkından geleceğini bildirdi.
Padişah, “Allah’a, O’nun Peygamberine
ve sizden olan ülü’l-emre itaat
ediniz” mealindeki âyeti okudu ve tefsir etti. Arkasından “Habeşli bir
köle dahi olsa başınızdaki âmirlere itaat ediniz” manasını
taşıyan
hadisi zikredip şerh etti. Ve şununla bağladı: “Sizin sadakatiniz şu
vakit doğrudur ki, aranızda tefrikaya mahal vermeyesiniz. Aranızdaki
müfsidleri barındırmayasınız. Allah’ın emrine ve Resûlüllah’ın hadisine
aykırı hareket edenleri desteklemeyesiniz. Ben ki, halifeyim, bana
itaat etmeyip celâliler ve haricîler mesabesindeki eşkıyaları
desteklerseniz, memleketin hali ne olur?”.
Bu fevkalade ikna edici konuşmayı dinleyen halk ve devlet ricali, Padişah lehine çok büyük tezâhürât yaptılar ve IV. Murad’ın asıl saltanat yılları başlamış oldu.
İkinci Safha: IV.
Murad’ın
ikinci ve asıl saltanat safhasıdır ki, Receb
Paşa’nın katledilip zorbaların tasfiye edildiği 1041/1632 yılından
başlar ve vefâtına yani 1640 yılına kadar devam eder. Son sekiz yıl
Sultân Murad’ın asıl saltanat yıllarıdır.
IV. Murad 21 yaşına
gelmiş ve
çocukluk devresini bitirerek devleti
idare edecek tecrübeye sahip olmuştu. Devletin idaresini ele alır
almaz, Tabanı Yassı Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Evvela devlet
toprakları üzerindeki emniyet ve âsâyişi temin etmeye başladı; sonra da
Devleti tehdit eden başta İran olmak üzere dış tehlikelere yöneldi.
Şimdi bunları da çok kısa olarak özetleyelim:
1) IV. Murad’ın ilk
yaptığı
icraat, Ağabeyi Genç Osman’ın ölümüne yol
açan ve memlekette huzuru bozan zorbacıların elebaşılarını teker teker
temizlemek oldu. Gerçekten Saka Mehmed, Gürcü Rıdvan, Cadı Osman ve
benzeri eşkıya reisleri hemen idam edildi. Bunlardan Beyşehri,
Seydişehri ve çevresini kasıp kavuran Deli İlâhî, İstanbul’a
getirilerek katl olundu. Balıkesir çevresinde Solakoğlu diye bilinen
İlyas Paşa, Küçük Ahmed Paşa’nın gayretleriyle ele geçirildi ve ortadan
kaldırıldı. Yine Lübnan ve Suriye taraflarında zulüm rüzgarları estiren
Dürzi lider Maanoğlu Fahreddin ve oğlu Mes’ud da İstanbul’a celb
olunduktan sonra 1635 yılında idam edildiler.
2) İstanbul’da 1043/1633
yılında çıkan ve İstanbul’un yaklaşık beşte
birini yakıp yıkan büyük yangın üzerine, bunu da bahane eden IV. Murad,
zamanın Şeyhülislâmı Ahi-zâde Hüseyin Efendi’den de fetvâ alarak, tütün
ekmeyi ve tütün içmeyi yasaklamıştır. Ancak Şeyhülislâmdan aldığı
fetvâyla bununla kalmamış ve çıkarılan yasağa uymayanları, devlete
isyan etmiş kabul edip katl etmeye başlamıştır. Solakzâde, tütün
yüzünden katle şer‘î cevaz veren Şeyhülislâm sonradan idam edilince,
kendisi hakkında “Cezây-ı sezâsını buldu” ifadesini kullanmıştır. IV.
Murad, tütün yasağı ile yetinmemiş ve o devirde zorbaların, işsizlerin
ve de eşkıyanın toplantı yerleri haline gelen kahvehâneleri de hem
kapatmış ve hem de yasağa rağmen içki içip sarhoş olanları gerekli
cezalarla cezalandırmıştır. Her iki hadiseyi de, memlekette kaybolan
huzuru yeniden tesis etmek gayesiyle ve de eşkıyanın gözünü korkutmak
için yaptığı ifade edilen Sultân Murad, bazı tarihçilere göre, bütün
Osmanlı arazilerinde yaklaşık 20.000 eşkıyayı ortadan kaldırmıştır.
Elbette ki bütün tasfiyeler sırasında bazı mazlumlar da zulme maruz
kalmış olabilir.
3) Sultân Murad’ın eski
Osmanlı
Padişahlarından farklı olarak yaptığı
bir icraat da, o zamana kadar “Görevden azl olunur ve nefy olunabilir;
ancak katl olunmaz” diye bilinen kuralı çiğneyerek, ulemâ sınıfından
bazı insanları da idam ettirmesidir. 1043/1633 yılında İzmit, İznik ve
Bursa taraflarına doğru düzenlediği teftiş seyahatinde, rüşvet
iddiaları ve yolsuzluk ithamları yüzünden İznik Kadısını idam
ettirmiştir. Bu durumu, teessüfle Vâlide Sultân’a bir tezkire ile
duyuran ve tezkiresinde “Kendülerini bedduadan sakınırız. Umulur ki,
siz kendilere nasihat buyurub âlimler zümresinin hayır duasını
aldırasınız; ecdadının hürmet gösterdiği bu zümreye Padişah da hürmet
göstere” ifadelerini kullanan Şeyhülislâm Ahi-zâde Hüseyin Efendi,
Vâlide Sulân tarafından hemen menfi ithamlarla Padişah’a ihbar
edilmiştir. Maalesef Sultân Murad, Şeyhülislâmı Padişaha isyan
hazırlığı suçundan idam ettirmiştir. Bu Şeyhülislâm, kardeş katline de
karşı çıkan ve bunu bizzat Sultân Murad’a hatırlatan cesur bir ilim
adamıdır.
4) Osmanlı Devleti’nin
iç
ahvâlindeki bu karışıklıktan istifade eden
İran Şah’ı, yeniden Bağdad’a saldırmış ve Bağdad’ı ele geçirmiştir.
Padişah, sadrazamları tarafından yapılan harekâtlar netice vermeyince,
bizzat kendisi İran üzerine iki ayrı sefer düzenlemiştir. Birinci İran
Seferi, Revan Seferi diye meşhurdur. 1635 yılında yapılan bu sefer
neticesinde, Revan (Erivan) alınarak Tebriz taraflarına da akın
yapılmıştır. On ay sürmüştür. İkinci İran seferi ise, Bağdad Seferi
diye bilinmektedir. İranlıların Revan’ı yeniden ele geçirmeleri üzerine
1638 yılında Padişah Bağdad’a yürümüştür. Uzun süren bir muhasaradan
sonra 1639 yılında Bağdad yeniden Osmanlı Ülkesine katılmıştır. Bu
savaşta Osmanlı Sadrazamı Tayyar Mehmed Paşa şehid olmuştur. Daha sonra
Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın başkanlığında yürütülen sulh
müzâkereleri neticesinde İranlılarla Kasr-ı Şirin Andlaşması yapılmış
ve savaşlara son verilmiştir. Bu antlaşma ile Erivan ve Azerbaycan
İran’da; Bağdad ve havalisi ise Osmanlı Devleti’nde kalmıştır. Artık,
IV. Murad, Fâtih-i Bağdad ünvanını kazanmıştır.
Sultân Murad, büyük bir
karşılama ile İstanbul’a döndü. Ancak nikris
hastalığına müptelâ idi. Nihâyet tedâviler netice vermeyince, Ramazan
Bayramının 2. günü yatağa düşen Sultân, 8.2.1640 tarihinde vefât
eyledi. Cenaze merâsiminde gazalarda bindiği üç atının eğerleri ters
takılarak cenazenin önünde yürütülmesi, İslâmiyet’te yok ise de, İslâma
kesin aykırı bir âdet de değildir .
Kaynak: Osmanlı Araştırmalar Vakfı
Kaynak: Osmanlı Araştırmalar Vakfı
Yorum Gönder